Ana içeriğe atla

GEORGİA STATE’DE RAHİM KANSERİ VE GEN TERAPİSİ ÜZERİNE ARAŞTIRMA YAPAN BİYOLOG ERCAN ÇAÇAN

HAYATI KEŞFEDEN BİYOLOGLAR

Kadınlarda en sık görülen ilk 10 kanserden biri olan rahim kanseri üzerine araştırmalarını sürdüren ABD Georgia State Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik departmanında doktorasını yapan Biyolog Ercan Çaçan, PLOS ONE’da yayımlananan makalesi, biyolog olarak nasıl bir bakış açısı yakalanması gerektiği ve akademik hayatın tüm yönleri hakkında bilgi verdi. 

Kadınlarda en sık görülen ilk 10 kanserden biri olan rahim kanseri üzerine araştırmalarını sürdüren ABD Georgia State Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik departmanında doktorasını yapan Biyolog Ercan  Çaçan, kanserli hücrelerin ilaçlara karşı oluşturduğu direncin bir nedeni olarak bu hücrelerde bulunan bir genin yeterince sentezlenmemesi üzerine hazırladığı makalesi  PLOS ONE’da yayımlandı.

“RGS10” adı verilen bu genin hücrelerin hızlı büyümesini, çoğalmasını ve yayılmasını engellediğini ve dolayısıyla hücreye bir denge getirdiğini ancak bu genin özellikle kanserli hücrelerde baskılandığını belirten Çaçan, “Bu genin baskılanması sonucu kanserli hücre ilaç tedavisine karsı direnç kazanıyor ve buda kemoterapitik ilaçları işlevsiz bırakıyor.  Ayrıca, RGS10 geninin baskılanma sebebi epigenetik mekanizmaların yani DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda kalıtımsal olan faktörler rol alıyor. Bu epigenetik faktörlerden sadece biri kanserli hücrelerde işlevsiz hale dönüştürülmesi sayesinde kemoterapiye cevap veren dirençli kanser hücreleri yüzde 13’ten yüzde 32’ye yükseliyor. Kanserli hücrelerin kemoterapiye karşı direnç kazanmasına yol açan moleküler ve genetik mekanızmaların anlaşılması, rahim kanseri tedavisinde kullanılan yöntemleri geliştirmemize yardımcı olacaktır. Yaptığımız çalışmada RGS10 geninin baskılanmasına yol açan iki tane enzim (DNMT1 ve HDAC1) tespit ettik. Bu enzimlerin inhibe edilmesi RGS10 geninin sentezini artırıyor dolayısıyla kanserli hücrelerin kemoterapiye gösterdikleri dirençte azalma görülüyor. Bu inhibitörler halihazırda çeşitli hastalıkların tedavisinde kullanılmakta ve yapılan bu çalışmaylada rahim kanseri tedavisinde kullanılabilmelerinin önü açılmış oldu” dedi. 

Kanser terapisi üzerine özellikle gen terapi ve immünoterapi yöntemleri  hakkında bilgilerini paylaşan Biyolog Ercan Çaçan, Esra Öz’e araştırmalarını, hedeflerini ve biyolog olmanın ayrıcalıklarını anlattı.

Ne üzerine çalışıyorsunuz?
Yaptığım çalışmalar genel olarak kanser terapisi üzerine, özellikle gen terapi ve immünoterapi yöntemlerini kullanarak çeşitli kanser türleri üzerinde bir takım çalışmalar yapıyorum. Buradaki temel amaç, kanser oluşumu sırasında baskılanan genlerin sentezini arttırmak. Özellikle kanserli hücrelerde sentezi baskılanan ama hücrenin programlı bir şekilde ölüme gitmesinde önemli roller oynayan genler üzerinde çalışıyorum. Bir diğer calışma alanım ise, epigenetik mekanizmalar yani DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan ama aynı zamanda kalıtsal olabilen faktörlerin üzerine. Özellikle bu mekanizmaların kanserli hücrelerde yol açtığı değişiklikleri anlamaya yönelik bir takım çalışmaları içeriyor.

Hangi tip hastalıklarla ilgili?
Ağırlıklı olarak rahim ve kolorektal kanserleri üzerinde calışıyorum. Burada iki ayrı yöntem kullanarak kanserli hücrelerin terapiye cevap vermelerinin önünü açmaya çalışıyoruz. Gen terapi yöntemini kullanarak özellikle rahim kanseri hücrelerinde güzel bulgular elde ettik. İmmünoterapi yöntemiyle de kolorektal kanser üzerinde bir takım umut verici bulgulara ulaştık. 

Bu hastalıkların bulguları, belirtileri ve tedavileri hakkında genel bilgiler verebilir misiniz?
Rahim kanseri kadınlarda sık görülen kanser türleri arasında ve oldukça tehlike arz eden bir kanser olduğunu söyleyebilirim. Normalde yakalanma olasılığı meme ve tiroit gibi kanserlere nispeten az görünse de, ölümle sonuçlanma riski oldukça yüksek. Semptomların fark edilmesi zaman aldığından, erken teşhis o kadarda kolay olmuyor. Dolayısıyla hastalığın üçüncü evresinden sonra hastaların yüzde 60-70’ine yakın bir oranı ölümle sonuçlanabiliyor. Rahim kanseri belirtileri arasında uzun süren karın ağrıları, iştahsızlık, hazımsızlık, idrar ihtiyacı sıklığının artması, kabızlık yada ishal durumlarının artması, bel ağrılarında artış, anormal rahim kanamaları ve ileri aşamalarda tümörün kapladığı hacimden dolayı çabuk doyum hissi gibi nedenler rahim kanserinin belirtileri arasında sayılabilir. Ancak bunlar bireyler arasında farklılık arzedebiliyor. 

Kolorektal kanser, dünya çapında en sık görülen üçüncü kanser türü olarak biliniyor. Genel itibariyle bu kanser türünün tedavisi için halihazırda mevcut birçok kemoterapetik ilaç bulunmasına rağmen, 5 yıllık yaşam istatistikleri yüzde 60’ın altında kalıyor. Buradaki büyük problemlerden biri, kanser metastaz yaptıktan sonra yani diğer organlara sıçradıktan sonra, bu tür ilaçların işlevinin yetersiz kalması olarak gösteriliyor. İmmünoterapi yöntemi ümit vaat ediyor ancak kanserli hücreler bağışıklık sitemi hücrelerinden saklanmayı başarabiliyorlar. Bunu da bağışıklık hücreleri tarafından tanınan hücre yüzeyindeki bir takım proteinlerin sentezini baskılayarak başarabiliyorlar. Bu kanser türü başlangıç aşamasında çoğunlukla herhangi bir semptom gösteremeyebiliyor ancak daha sonra bel ağrıları, dışkıda kan, bağırsaklarda düzensizlik, halsizlik gibi belirtileri olabiliyor.


Bu hastalıkların dünyada ve Türkiye'de görülme sıklığı nedir, bu konuda istatistikî bilgileri paylaşabilir misiniz?
Günümüzde rahim kanseri bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de büyük bir problem olarak görülüyor. Tedavide çoğu zaman öncelikli olarak tümörün olduğu kısım cerrahi müdahale ile alınıyor. Ancak burada şöyle bir durum söz konusu, bu cerrahi müdahale ile bütün kanserli hücrelerin alınıp alınamadığı bilinemiyor ve çoğu zamanda o bölgeye yerleşmiş çoğalma ve yayılma kabiliyeti olan kanserli hücreler kalabiliyor. Daha sonraki aşamada ilaçla tedaviye yani kemoterapiye geçiliyor. Kemoterapi başlangıç aşamasında etkili oluyor ancak kanserli hücreler daha sonra bu tür ilaçlara karşı direnç kazanıyorlar. Dolayısıyla rahim kanserinin bu denli ölümcül olmasının en büyük sebebi olarakta kemoterapinin birkaç yıl sonra etkinliğini kaybetmesi olarak gösteriliyor. Bu da ölüm oranlarının yüzde 60’ın üzerine çıkmasına sebep oluyor.
Kolorektal kanseri en sık görülen üçüncü kanser türü ve her yıl yaklaşık 1.4 milyon insana bağırsak ya da rektum kanseri teshisi konuluyor. 5 yıllık yaşam istatistiklerine baktığımız zaman bu kanser türüne yakalananların yaklasık yüzde 60’ı hayatta kalabiliyor.

Kısaca kendinizden bahsedebilir misiniz? Bugüne kadar eğitim aldığınız ve çalıştığınız kurumlar hakkında bilgi verebilir misiniz?
Ağrı doğumluyum. Liseye kadar olan eğitimim Ağrı'da geçti. Lisans eğitimimi biyoloji bölümü mezunu olarak tamamladıktan sonra yüksek lisansa başladım ve bir süreliğine sert keneler üzerine çalıştım. Daha sonra Amerika'da Georgia Institute of Technology (Georgia Tech) de yeniden yüksek lisansa başladım. Bu dönem zarfında Sentetik Biyoloji özellikle protein mühendisliği alanında bir takım çalışmalar yaptım. Daha sonra Georgia State Üniversitesi’nde doktoraya başladım ve şuan doktora eğitimimin son aşamasındayım. Doktorada genel itibariyle kanser immünoterapisi alanında çalışmalar yapıyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım. Hazal ve Hilal adında iki kızım var.

Eğitim aldığınız kurumların halen bulunduğunuz konuma gelmenizdeki katkıları nelerdir, şu anda çalıştığınız kurumu neden seçtiniz?
Öğrenim hayatım boyunca akademi endeksli bir hedefim olmuştu. Özellikle Türkiye'de başlamış olduğum yüksek lisans yıllarımda akademik ortamla tanıştım diyebilirim. Oradaki danışman hocalarımın tavsiye ve teşvikleri üzerine yüksek lisansı bitirmeden eğitimime Amerika'da devam etmeye karar verdim. Georgia Tech'te laboratuvarda bağımsız çalışma alışkanlığı edindim. Burada moleküler biyoloji alanında edindiğim teknikler doktora çalışmalarım sırasında çok faydalı oldu. Doktoraya aynı üniversitede devam etmek yerine Georgia State Üniversitesi’ni seçtim çünkü; bulunduğum üniversitede çeşitli kanser terapileri üzerinde yoğun çalışmalar yapılıyor ve alanında cok iyi işler cıkaran öğretim üyerleri mevcut. Bunların yanında yapılan çalışmalar için gerekli olaçak hemem her türlü ekipman ve donanıma sahip bir üniversite. Araştırma için kurulmuş böyle bir üniversite ve danışman hocalarımın büyük destekleri kısa sürede iyi yayınlar yapmamı sağladı.

Çalışma alanınızın Türkiye ve ABD'deki durumunu karşılaştırabilir misiniz?
Aslında bu konuda ABD ve Türkiye'yi karışlaştırmak pek doğru olmayabilir. Amerika'da bu tür çalışmalar çok eskilere dayanıyor ve halihazırda bu ve yakın konular üzerinde çalışan dünyanın birçok ülkesinden gelmiş bilim adamları var. Türkiye'de de bu tür konulara yakın çalışmalar yapıldığını biliyorum ve tersine beyin göçünde, artan proje destekleriyle daha da iyi bir konuma geleceğimizi düşünüyorum.

Halen çalışmakta olduğunuz kurumu ya da çalışmış olduğunuz kurumları eğitim, araştırma hizmetleri konuları açısından Türkiye'de kurumlar ile karşılaştırabilir misiniz?
Çalıştığım üniversite araştırma ağırlıklı bir üniversite olduğundan, bölüm olarak 50’nin üzerinde öğretim üyesi bulunuyor. Her bir öğretim üyesinin laboratuvarında ortalama 7-8 master yada doktora öğrencisinin olduğunu göz önünde bulundurursak karşımıza oldukça kalabalık bir rakam çıkıyor. Dolayısıyla bunu yine Türkiye'deki bir üniversite ile kıyaslamak doğru olmayabilir. Bu konuda sağlıklı bir karşılştırma yapabilmek için bu tür kurumların ne kadar köklü ve eski olduğuna aynı zamanda kurumların amaçlarının ne olduğuna bakmak gerekiyor. Ancak Türkiye'de de hızlı gelişen ve güzel çalışmalar yapan üniversiteler mevcut ve inanıyorum ki önümüzdeki yıllarda daha da iyi konumlara geleceklerdir.

Türkiye'de halen eğitim almakta olan biyoloji öğrencilerine ya da biyologlara neler önerirsiniz?
Öncelikli tavsiyem bilimsel dili iyi öğrenmeleri ve kullanmaları yönünde olacak. İleride bir araştırma grubuna dahil olmak istiyorlarsa dil bariyerini aşmaları gerekecektir. Çünkü bir konuda çalışma yapmadan önce ya da yaparken literatürü iyi tarayıp anlamak gerekiyor ve yaptığınız çalışmayı yayımlamak için yine dili kullanmak gerekiyor. 
Türkiye’de son birkaç yıldır başta Anadolu’daki üniversiteler olmak üzere biyoloji bölümlerine olan ilginin azlığının altında mezuniyet sonrası iş bulamama fobisi olarak görüyorum. Ancak bu bölüm mezunları çeşitli sağlık kuruluşlarında, ilaç sanayisinde ve ıslah merkezlerinde de iş imkanları bulabileceklerini unutmamalilar. Araştırma olanaklarınin artmasıyla birlikte durumun dahada iyi olacağını düşünüyorum. Bunun içinde yeni araştırmacılar, tersine beyin göçü ile TÜBİTAK tarafından Türkiye’ye çekiliyor. Ciddi maddi ve araştırma destekleri veriliyor. Bunlar daha da artarsa ve bu bölümlerdeki araştırmacıların proje sayısı arttıkça araştırma alt yapısı da gelişecektir. İş imkânları da artarsa bu bölüm mezunları daha şanslı olabilir. Baska bir önerim ise kendilerine bir hedef belirlemeleri ve o hedeflerine doğru adımlar atmalarını tavsiye ediyorum. Örneğin mezuniyet sonrası akademik çalışma yapmak istiyorlarsa, lisans eğitimleri sırasında kendilerini o yönde hazırlamaları gerekiyor. Bir sanayi kuruluşunda yada devlet kurumunda çalışmaksa amaçları yine o yolda kendileri için gerekli olacak basamaklara öncelik vermelerini tavsiye edebilirim.

Hangi bilimsel dergileri takip ediyorsunuz?
Science, Journal of immunology, Journal of Biological Chemistry gibi dergileri takip etmeye çalışıyorum. Ancak düzenli olarak bu dergileri takip etmek yerine alanımla ilgili çıkan makaleleri okumayı tercih ediyorum. Bunun içinde çesitli arama motorlarına anahtar kelimler koyup ve bu şekilde alanımla ilgili yeni yayımlanan makaleleri email olarak alabiliyorum. 

Mesleğinizle ilgili en çok ziyaret ettiğiniz 3 internet sitesi nedir?
NCBI ya da Pubmed, Google scholar ve üniversitenin kütüphane sayfaları. Google scholar kapsamlı bir arama motoru ancak spesifik bir konuda bazı makaleler elde etmek için Pubmed’i tercih ediyorum. 

Alanınızda araştırma yapanlara mutlaka okumalarını tavsiye ettiğiniz kitaplar hangileri?
Harvey F. Lodish'in Moleküler Hücre Biyolojisi kitabını özellikle moleküler biyoloji alanında temel bilgilere sahip olmak isteyenlere tavsiye edebilirim. Yine Peter Parham tarafından kaleme alınan "The Immune System" kitabını özellikle immunoloji alanında temel bilgiler veren bir kitap olarak önerebilirim.


Bilim ile uğraşan veya ilgilenen herkese mutlaka okumalarını tavsiye ettiğin bir kitaplar hangileri? Ayrıca yaptığınız spor, tavsiye edeceğiniz film, müzik nelerdir? Bulunduğunuz kurumun size sunduğu sosyal etkinlikler nelerdir?
Yakın bir tarihte okudugum "Apprentice to Genius" kitabını özellikle master ve doktora öğrencilerine önerebileceğim kitaplar arasında. Film olarakta John Nash adında bir şizofren matematikçinin hayat hikâyesini ele alan “A Beautiful Mind” (Akıl oyunları) olabilir. Aslında sosyal yaşam açısından vakit darlığı nedeniyle biraz pasif kaldığımızı düşünüyorum ancak fırsat buldukça üniversitenin sundugu spor salonlarına ve yüzme havuzlarına ugramaya çalışıyorum. Akademik hayat bizim için bir yaşam tarzı oluyor; laboratuvar ortamları, katıldığımız seminer ve konferanslarda bu yaşam tarzının sosyal ve eğlence kısmı oluyor. 

Yurt dışında biyolog olmanın sıkıntıları nelerdir?
Amerikada biyoloji bölümlerinde lisansüstü eğitimin diğer bölümlere nispeten oldukca yoğun ve zor olduğunu söyleyebilirim. Yüksek lisans  ya da  doktora süreci boyunca laboratuvar çalışmaları çok yoğun oluyor. Bununla birlikte almak zorunda olduğunuz lisans üstü dersler içinde yine büyük bir çaba sarfetmek gerekiyor. En büyük sıkıntıda biyoloji bölümlerinde doktora sürelerinin büyük ölçüde 6 yıldan fazla olması. Bu durum özellikle Amerika için geçerli, Avrupada bu süre biraz daha kısa olabiliyor. Bunların yanında Amerika’da biyolog olmanın birçok avantajlı ve güzel tarafları da var. Buradaki öğrencilerin mezuniyet sonrası iş imkanları acısından daha şanslı olduklarını söyleyebilirim. Biyoloji bölümleri diş hekimliği ve tıp fakültelerinin temellerini oluşturuyor. Dolayısıyla mezun olan öğrencilerin bir kısmı bu fakültelere devam edebiliyor. Bunlara ilaveten biyoloji oldukça saygı duyulan bir bölüm, izlenilmesi gereken yol zor olsada neticeleri güzel olan bir bölüm.

Türkiye'de biyolojinin durumu nedir? Ülke dışında tahsil almak gerekli midir? Kimler için daha uygundur?
Mezuniyet sonrası iş imkanlarının sınırlı olması Türkiye’de biyoloji bölümlerinin cazibesini azaltıyor. Halbuki yurtdışında özellikle Amerika icin konuşacak olursak, biyoloji bölümleri bircok insanın girmek istediği ve oldukça prestij sahibi olan bir bölüm. Bence Türkiye’de bu tür bölümlerin tercih edilmesi için bir takım teşvikler yapılmalı ve bundan daha da önemlisi bu bölümlerin gerekliliği ve güzelliği anlatılmalı. 
Aslında imkanı olan herkesin ülke dışında kısa süreli de olsa bir tahsil almaları kendilerine çok şey katacaktır. Gerek bilimsel açıdan gerekse kişisel gelişim açısından oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Okullarda bu tür imkanlar için sunulan exchange programlarını bir fırsat bilip yurtdışındaki kurumlar kısa süreli de olsa ziyaret edilmeli. YÖK’ün son yıllarda akademisyenler için başlattığı 3 aylık yurt dışı imkanları aslında araştırma yapmak için uygun olan bir süre değil ancak en azından yurtdışındaki farklı çalışma ortamlarını görmek ve mümkünse bunların birkısmını Türkiye’ye taşımak açısından oldukça önem arz ediyor.

ABD'deki kurumların yabancı biyologlara karşı özel bir tutumu var mıdır?
Yabancı araştırmacılara karşı olumsuz bir tutum görmedim bunu sanırım birazda bireysel anlamda ele almak gerekiyor. İşini iyi yapan araştırmacılara oldukça değer verildiğini söyleyebilirim, bunlara Türklerde dahil. 

ABD'deki ünlü araştırma merkezlerine eğitim amaçlı olarak girebilmek mümkün müdür?
Halihazırda bu tür araştırma merkezlerinde çalışan ya da eğitim alan Türkler bir örnek teşkil ediyor. Her kurumun öne sürdüğü bir takım koşullar oluyor, gerekli şartlar sağlandıktan sonra bu araştırma merkezlerinden kabul almak zor bir durum değil.

Halen üzerinde çalışmakta olduğunuz araştırma konuları nelerdir?
Genel itibariyle kanser tipine özgü olarak terapide kullanılabilinecek bir takım modeller geliştirmeye çalışıyoruz. Bunu yaparkende bir ekip halinde çalışıyoruz. Önceliğimiz çeşitli kanser tedavilerinde kullanılan kemoterapetik ilaçların etkinliğini arttırmak, bunun içinde gen terapi ve immünoterapi yöntemleri üzerine birtakım çalışmalar yapıyoruz. Ağırlıklı olarak çalıştığımız genler kanserli hücrelerde sentezi baskılanan ama hücrenin programlı bir şekilde ölüme gitmesinde önemli roller oynayan genler üzerine. Bu tür çalışmaları yaparken sıklıkla epigenetik mekanizmaların kanserli hücrelerde genler üzerinde yol açtığı değişiklikleri anlamaya çalışıyoruz. Kanser modelleri olarakta ağırlıklı çalışmalarım rahim ve kolorektal kanserleri üzerinde. Bu çalışmalardan bir örnek olarak tümör-spesifik bağışıklık hücrelerinin etkin hale getirilmesini verebilirim. Buradaki amacımız kanser hücrelerinin yüzeyindeki önemli bazı proteinlerin sentezini arttırarak, bu kanserli hücrelerin bağışıklık sistemi tarafından tanınıp ve yok edilmesini sağlamaya çalışıyoruz. Bunu yaparken de kanserli hücrelerde bu proteinlerin baskılanmasında rol alan faktörleri moleküler düzeyde anlamaya çalışıyoruz.

Bu çalışmaları hangi kurumda yapmaktasınız, ekibinizden bahsedebilir misiniz? Bize araştırma ekibinizin bir rutin gününü anlatabilir misiniz? 
Bu çalışmaları ağırlıklı olarak bulundugum üniversitede yani Georgia State üniversitesinde yürütüyorum. Bununla birlikte bu çalışmaları yürütürken farklı üniversitelerde alanında söz sahibi olan araştırmacılarla ortak çalışıyoruz. Halihazırda doktora calışmalarım devam ettiğinden kendime ait bir çalışma ekibim yok ancak projelerimi paylaştığım yüksek lisans ve doktora öğrencileri var. Kendileri bağımsız çalışmaya başlayana kadar projelerimde bana yardımcı oluyorlar. Çalışma hayatımın büyük bir bölümü laboratuvar ortamında deneyler yapmakla geçiyor. Akşam eve geldiğimde de varsa data analizi yoksa makale okumaya çalışıyorum. Okuldaki vaktin diğer bir kısmı da toplantılarla, seminerlerle ve verdiğim  derslerle geçiyor.
Makale: http://www.plosone.org/article/info%3Adoi%2F10.1371%2Fjournal.pone.0087455 
Ercan Çaçan: http://gatech.academia.edu/ErcanCacan 
https://www.linkedin.com/pub/ercan-cacan/31/3b9/752

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

DOKTOR EŞİ OLMAK!

Sağlık sisteminde yapılan değişikliklerle ilgili hekimlerin yaşadığı mesleki sorunlar gündeme gelirken evlerinde bu durumun yansımaları konuşulmuyor. Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ve farklı hekimlerin eşleriyle konuşarak Sağlık Dergisi’nde daha önce ele alınmamış bir konuyu gündeme taşıyoruz. Performans sistemi, Tam Gün uygulaması gibi sağlık çalışanlarının meslekleri ile ilgili sorunlarının sık sık gündeme geldiği şu günlerde, bu durumun özel hayatlarına nasıl yansıdığını araştırdık. Doktorların işlerinde yaşadığı sorunlarını yakından bilen eşleri bu durum hakkında ne diyor. Bu zamana kadar değinilmemiş bir konu olan “doktor eşi olmak” ve sorunlarla uğraşırken nelerin olduğunu öncelikle farklı meslek gruplarından doktor eşlerine sorduk. Sonrasında da Evlilik ve Aile Danışmanı Psikolog İlkim Öz ile konuyu değerlendirdik. Tiyatro Sanatçısı ve Doktor Evliliği Görüştüğümüz ilk doktor eşi tiyatro sanatçısı İpek Çeken Önal, Prof. Dr. Zülküf Önal ile evli. İpek Hanım, eşiyle he

TIBBIN DUAYENLERİ SARUHAN ÇEKİRGE

Hacettepe Üniversitesi Hastaneleri Girişimsel Nöroradyoloji bölümü kendi alanında dünyanın en tepesindeki birkaç merkezden biri olarak kabul ediliyor. Bu alanda birçok ilke imza atan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, bu merkezin hikâyesini Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. 2000 yılında TÜBİTAK Bilim Adamı Teşvik Ödülü’nü ve 2001’de Hacettepe Üniversitesi Bilim Teşvik Ödülü’nü alan Prof. Dr. Saruhan Çekirge, “Ünitemizde beyin damar hastalıklarının noninvazif tedavisinde geliştirilen tedavi teknikleri, bu merkezi dünyanın en iyisi olarak kabul ederek, özellikle son 10 yılda dünyanın pek çok ülkesindeki önemli tıp merkezlerinden Ankara’ya gelen, uzman doktorlara eğitim veren bir yapıya dönüştürdü” dedi. Kendi tıp alanında yarattığı gelişmeler devrimsel olarak nitelendirilen Prof Dr Saruhan Çekirge, Prof Dr Işıl Saatci, Doç Dr Kıvılcım Yavuz ve Doç Dr Serdar Geyik’ten kurulu bu ekip tarafından geliştirilen tedavi metotları, tüm dünyadaki hekimler tarafında da yay

TIBBIN DUAYENLERİ: HASAN BİRİ

Yüz üzerinde yayını bulunan kısa bir süre önce Koru Hastanesi’ni açan ve devamında uluslararası alanda başarılara imza atacak üniversite kurmayı hedefleyen Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, iletişimle birlikte sosyal sorumluluk projeleri düzenlemesinin yaşam felsefesi haline gelişini ve hayatını Sağlık Dergisi Yazı İşleri Müdürü Esra Öz’e anlattı. “İyi hekim iyi empati yapan hekimdir” sözüyle hekimlik mesleğinin doğru iletişimden geçtiğini kaydeden Gazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Üroloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Hasan Biri, Akademik ve etik kurallarla çalışan Koru Hastanesi’nin ileride uluslararası başarılara imza atacak üniversite olacağını belirtti. Prof. Dr. Biri, tıptaki her türlü gelişmeyi takip ederek, sağlık sektörünün ihtiyaçlarını gören ve bu ihtiyaçlar doğrultusunda gerçekçi politikalarla büyümeyi hedefleyen bir sağlık kuruluşu olmayı hedeflediklerini söyledi. Kendi ağzından hayatını ve çalışmalarını dile ge